İstanbulTürkiye

Hipodromun Dikilitaşları (3 Muhteşem Eser)

Dikilitaşlar

Sultanahmet, dikilitaş

Hipodrom pistini tam ortadan bölen Spinanın üzerinde birçok eserin varlığı yalnızca tarih kitaplarından biliniyor zira birçoğu günümüze ulaşamadı. Bugün olur da hipodroma yolunuz düşerse spina üstünde görebileceğiniz eserler yalnızca Dikilitaş, Örme Sütun ve Yılanlı Sütundur. Şimdi gelin tarihi yüzlerce yıl geriye uzanan bu eserleri birlikte tanıyalım.

Dikilitaş

Spina üzerinde tarihi en eskiye dayanan eser Dikilitaştır. Orijinal yeri Mısır olan bu eser, 18. sülale Firavunlarından 3. Tutmosis tarafından Mezopotamya’yı ele geçirmesi şerefine yaklaşık 3500 yıl önce Mısır’ın Luksor şehrindeki bir tapınak kompleksi olan Karnak’taki Amon-Ra Tapınağına dikilmiş birkaç dikilitaştan biridir. Bugün İstanbul’da yer tutan dikilitaşın bir eşi de Paris’in Concorde meydanında yer alır.

Dikilitaş, Sultanahmet

Dikilitaş’ın İstanbul’a getirilme meselesi başlı başına bir maceraydı. Dikilitaşın Mısır’daki tapınaktan sökülerek, yeni kurulan şehri süslemesi için getirilmesi fikri İstanbul’u inşa eden İmparator Büyük Konstantin’e aitti. Kendisi yalnızca Mısır’dan değil, imparatorluğun dört bir tarafından etkileyici eserleri, kuruculuğunu üstlendiği bu şehre getirme niyetindeydi. Ancak dikilitaşın İstanbul’a getirilme fikrine Mısırlılar pek yanaşmadığı için imparatorun bu isteği gerçekleşmedi.

2.Konstantin zamanına gelindiğinde bu istek kesin bir dille tekrarlanınca, dikilitaş yüzyıllardır arzı endam ettiği yerinden sökülerek İstanbul’a ulaştırılmak üzere İskenderiye’ye getirildi. İmparator tahta çıkışının 20. yılını İstanbul’a getireceği bu dikilitaş ile kutlamak niyetindeydi. Ancak henüz dikilitaş gemiye yüklenmeden imparator ani bir şekilde hayatını kaybedince, dikilitaş da İskenderiye limanında uzun yıllar sahipsiz kaldı.

Yaklaşık 30 yıl boyunca İskenderiye’de kalan dikilitaş, İmparator Theodosius’un emriyle İstanbul’a getirildi. 4. yüzyılın son çeyreğinde İstanbul’a getirilen dikilitaşın buraya ulaştırılması hiç de kolay olmadı. Sırf bu teslimatın yapılabilmesi için özel bir gemi inşa edildi. Gemiye yatay olarak konulan dikilitaşın ağırlığının azaltılması için suyun kaldırma kuvvetinden yararlanılarak su seviyesinin altında kalacak şekilde yerleştirildi. Böylece dünyada dikili haldeki en uzun dikilitaş İstanbul’a doğru yola çıkarıldı.

Dikiltaş İstanbul’a ulaştırıldı ulaştırılmasına ancak spinaya dikilmesi hiç de kolay olmadı. Marmara sahilinden raylı bir sistem kurularak Hipodroma kadar taşındı ancak dikilemedi. Bir görüşe göre 390 yılına gelindiğinde İstanbul valisi Proclus’un önderliğinde, diğer bir görüşe göre ise 400 yılında İmparator Arcadius zamanındaki Got lideri Gainas tarafından yaklaşık bir ayda spinadaki yerine dikildi.

Dikilitaşın alt tarafından kesildiği hem yarım kalan hiyerogliflerden hem de söküldüğü tapınaktaki dikilitaşın kabartmalarından rahatlıkla anlaşılmaktadır. Nerede ve ne zaman kesildiği tam anlaşılamayan bu taş, bugun 19,5 metre olsa da orijinal boyunun yaklaşık 30 metre olduğu tahmin edilmektedir. Kırmızı Asyan granitinden mamül yekpare taşın piramit biçimli uç kısmına dünyayı temsil eden bir küre yerleştirildi ancak bu küre 865 depreminden sonra sırra kadem bastı.

Dikilitaş, 1. Theodosius tarafından son derece detaylı hipodrom sahnelerinin oyulduğu iki blok halinde bir mermer kaideye dikildi. Bu kaide üzerine imparatorun ve ailesinin tasvirleriyle birlikte, hipodromdaki törenler, kutlamalar ve yarışlar oyuldu.

Mermer kaidenin kuzey yüzündeki kabartmaların üst blok kısmında İmparator 1.Theodosius tahtında oturur, yanında da 4 kişi vardır. Arka planda ellerinde mızraklarıyla 8 asker, onların önünde de 6 hizmetkâr yer alır. Hizmetkârların altında da 16 kişi vardır. Kaidenin alt bloğunda ise dikilitaşın spina üzerine dikilişi tasvir edilmiştir.

Kaidenin güney yüzünde ise İmparator 1.Theodosius eşi Aelia Flaccilla ve çocukları Arcadius ve Honorius tahtta oturur vaziyette tasvir edilmiştir. Köşelerde ikişer kalkan kuşanmış askerin arkasında mızraklı askerler ve hizmetkarlar vardır. Tahtın altındaki merdivenlerin başında Roma erkeklerinin klasikleşen toga elbisesini giyen iki figür yer alırken onların sağında ve solunda da hizmetkârlar tasvir edilmiştir. Kaidenin alt blok kısmında iki sahne vardır. Üst kısımda piyadeler, süvariler ve dikilitaşlar; alt kısımda ise at yarışları yer alır.

Kaidenin batı yüzünde Kathismada İmparator 1. Theodosius, eşi ve iki çocuğu ile oturur. Arka sırada askerler, ön sırada ise hizmetkârlar bulunur. Onların hemen aşağısında ise İmparatora sadakat ve bağlılıklarını sunan on tutsak, diz çökmüş vaziyette tasvir edilmiştir. Kaidenin alt bloğunda ise Grekçe kitabe yer alır. Bu kitabede Devamlı bir surette yerde duran bu taşı dikme cesaretini İm­parator Theodosius gösterdi ve yardımına da Proclus çağırıldı ve bu şekilde 32 günde yerine dikildi. yazmaktadır.

Kaidenin doğu yüzünde Kathismada 1. Theodosius ayakta durmakta ve elinde yarışı kazanana sunulmak üzere tuttuğu defne dalından bir taç vardır. İmparatorun her iki yanında hizmetliler ve onların da arkalarında askerler yer alır. Onların hemen altında ise müzisyenler ve dans eden kadınlar, Roma’nın ödül törenleri hakkında bize bilgiler sunar. Kaidenin alt bloğunda ise Latince bir kitabe yer alır. Dikilitaşın ağzından yazılan bu kitabede Önceleri direnmiştim; fakat yüce efendimizin emirlerine itaat ederek, yenilen tiranlar üzerinde zafer çelengini taşımam gerekti. Her şey Theodosius ve onun kesintisiz sülalesine boyun eğiyor. Bana da galip geldiler ve reis Proclus’un idaresi altında otuz günde yükselmeye mecbur oldum. yazmaktadır.

Sultanahmet Camisi inşa edilirken çıkarılan hafriyatın bir kısmının hipodromun olduğu alana dökülmesinden dolayı, zemin yükseldi ve bu müthiş mermer kaide uzun yıllar toprak altında kaldı. 1856’da arkeolog Charles Newton tarafından kaide gün yüzüne çıkarıldı ve etrafı çevrelendi.

Günümüzde dikilitaşın üzerindeki sembollerin Mısır yazısı olduğunu ve ne anlama geldiğini yaklaşık 200 yıldır bilebiliyoruz. Ancak dikilitaş İstanbul’a dikildiğinde Roma halkı bu sembollere bir anlam veremediğinden olsa gerek tıpkı İstanbul’un çeşitli yerlerindeki taşlar ve sütunlar gibi, dikilitaşın da bir tılsım olduğu dedikoduları şehrin her yerine yayıldı. Bu dedikodular İstanbul halkına öylesine sirayet etti ki bu inanış Türklerin arasında da yıllarca yayıldı durdu. Ortada konuşulacak gizemli bir olay olduğundan Evliya Çelebi de buna kayıtsız kalamadı. İstanbul’u koruduğuna inanılan 17 tılsımdan bir tanesinin de dikilitaş olduğunu aktaran Çelebi, hiyeroglifleri ve mermer kaide üzerindeki I.Theodosius ile hipodrom sahnelerini de yorumlamaktan geri kalmadı.

Yüzyıllarca üzerinde ne yazdığı meçhul olan dikilitaş nihayet 1832 yılında okunabildi. Üzerine efsaneler yaratılan sembollerin ne manaya geldiği böylece gün yüzüne çıktı.

Dikilitaşın ilk olarak batı cephesine göz attığımızda “18. sülaleden Yukarı ve Aşağı Mısır’ın sahibi 3. Thutmosis, Tanrı Amon’a kurbanını sunduktan sonra Horus’un yardımıyla bütün denizleri ve nehirleri hükmü altına alarak, hükümdarlığının otuzuncu yılı bayramında bu sütunu daha nice zamanların getireceği bayramlar için yaptırdı ve dikti.” yazmaktadır.

Taşın kuzey cephesinde “Gizli ve kutsal ismin her tecellisine mazhar olan Tanrı Amon’a kurbanını büyük bir acizlik içinde sunduktan sonra, ondan yardım dilenerek güneyin dostu, dinin ruhu iki tacın (Aşağı ve Yukarı Mısır) sahibi, kudretli hükümdar ülkesinin sınırlarını Mezopotamya’ya kadar götürmeye azmetti.” yazmaktadır.

Oldukça kuvvetli betimlemelerin olduğu doğu cephesinde “Güneşin doğduğu sırada sahip olduğu altın renkleri dünyaya yayan Horus’un verdiği kuvveti, serveti, kuvvetli sevgi, saygıyı taşıyan, Aşağı ve Yukarı Mısır’ın tacına sahip olan ve bizzat Güneş tarafından seçilmiş olan Firavun, bu eseri babası Ra için yaptırdı.” yazmaktadır.

Son olarak güney cephesinde “Tanrı Horus’un lütfuna mazhar olan ve Güneş’in oğlu unvanını taşıyan Aşağı ve Yukarı Mısır’ın hükümdarı olan Firavun, kudret ve adaletle bütün ufuklara nur saçtı. Ordusunun önüne geçti. Akdeniz’de dolaştı, bütün dünyayı mağlup etti. Sınırlarını Naharin’e kadar yaydı. Mezopotamya’ya azimle gitti, büyük savaşlar yaptı.“ yazmaktadır.

Örme Sütun

Spinanın en ucunda, yarış atlarının dönüş yaptığı noktada yer alan, 32 metre yüksekliğinde kesme taşlardan örülerek inşa edilmiş Örme Sütun yer alır.

Örme sütunun tam olarak ne zaman dikildiği tam olarak bilinmese de Büyük Konstantin ya da 1.Theodosius zamanında dikildi. Zamanla aşınan ve tahrip olan sütun 7.Konstantin tarafından onarılarak mermer kaideye bir yazıt yerleştirilerek bu tamir tarihe not düşüldü. Yazıtta “Bu dört köşeli heybetli ve harika anıt, zamanla harap olmuşken, şimdi imparator Konstantin ile devletin şanı olan oğlu Romanos tarafından önceki görüntüsüne nispetle daha iyi duruma getirildi. Rodos Kolosu harikulade idi, bu bronz anıt ise hayranlık yaratmaktadır.”

Örme Sütun’un kaidesi de Dikilitaş ile aynı kaderi paylaştı. Sultanahmet Camisi yapılırken çıkan hafriyat buraya dökülünce toprak altında kaldı. Arkeolog Charles Newton 1856’da tüm eserlerin kaidelerini ortaya çıkarıp etrafını çevirdi. Newton yalnızca kaideleri ortaya çıkarmakla kalmayarak sütunun onarımını da yaptı. Onarımdan önce sütunun ortasında taşların yerinden çıkmasından ötürü bir boşalma olmuştu. 1895-96 yıllarında yapılan onarımlarla da bu boşluklar doldurularak anıtın günümüze kadar yıkılmadan gelmesi sağlandı.

Dikilitaş, Sultanahmet

Latin işgalinden evvel sütunun tepesinde tunçtan mamül bir küre mevcuttu, örme sütunun dışını kaplayan, 7.Konstantinin babası 1.Basilius’un savaştaki başarılarının tasvir edildiği tunç levhalar vardı. Bu levhalar bugün hâlâ izleri görülen çivilerle sütuna çakılmıştı. Levhaları yerlerinden söken Haçlılar bu levhaları ve küreyi sikke yapımında kullanarak nakite dönüştürdü.

Dikilitaş, Sultanahmet

Türkler şehri hakimiyetleri altına aldıktan sonra Örme Sütun, kendini kanıtlamaya hevesli gençlerin uğrak eseri oldu. Uzun mu uzun bu kulenin tepesine kadar tırmananların cesareti, şahit olanlar tarafından takdir ediliyordu. Hâl böyle olunca eğlence ve düğün zamanları akrobatlar da hünerlerini bu sütunda sergiliyordu.

Örme Sütun da tıpkı diğer taşlar gibi tılsımlı olduğuna inanılıyordu. Şehri depremlerden koruduğuna inanılan sütun, depremin yabancısı olmayan bu halka umut aşılıyordu. Yüzyıllarca sütun hakkındaki bu söylentiler devam etti ve örme sütun günümüze kadar ulaşmayı başardı. Bugün Örme Sütun Sultanahmet meydanın en uç noktasında yıllara meydan okuyarak ziyaretçilerini kabul etmekte.

Yılanlı Sütun

Yeni kurulan şehrin en dikkat çekici sütunlarından biri de hiç şüphesiz Yılanlı Sütundu. Büyük Konstantin, Perslere karşı birleşen 31 Yunan sitesinin milattan önce 479 yılında Platea’da kazandığı zaferin ardından Delfi şehrindeki Apollon Tapınağı önüne diktiktileri bu tunç sütunu İstanbul’a getirdi. Sütun Yunanlıların mağlup ettiği Perslerin geride bıraktığı tunç silahların ve kalkanların eritilmesiyle yapılmıştı. Piton adlı efsanevi yılanı öldürdüğüne inanılan Tanrı Apollon’a adanan bu sütun, birbirine dolanarak yükselen üç yılandan oluşmaktaydı. Sütunun üst kısmında üç yılan başı, başların üzerinde ise bir çanak vardı. Hayli ihtişamlı bir görüntüye sahip bu yapıt görenleri kendisine hayran bırakıyordu. Sütunun gövde kısmında ikinci kıvrım ile on üçüncü kıvrım arasına Persleri yenen 31 Yunan sitesinin isimleri Lakonya alfabesi ile yazıldı.

324 yılında İstanbul’a getirilen sütun ilk olarak Ayasofya’nın avlusuna konuldu. 9. yüzyılda buradan Hipodromdaki spina üzerine yerleştirilerek bugünkü konumuna oturtuldu.

Yılanlı Sütun, her ne kadar sütun olarak nitelendirilse de aslında 6.5 metrelik bir heykeldir. Üç yılan başının taşıdığı çanakla birlikte heykelin yüksekliği yaklaşık 8 metreyi buluyordu.

Yılanlı Sütun

Söz konusu çanak bir görüşe göre henüz Delfi şehrindeyken milattan önce 353 yılında Phokisliler tarafından, bir diğer görüşe göre ise İstanbul’u işgal eden Haçlılar tarafından sökülmüştür. Burmalı sütun olarak da anılan heykelin uç kısmında yer alan üç yılan başı 18. yüzyılın başlarına kadar sağ salim gelebilse de hepsi birden yerlerinden sökülmüştür. Üç yılan başını kimin kırdığı da tam olarak aydınlatılamamıştır. Silahtar Fındıklılı Mehmet Ağa Yılan başlarını Lehistan elçisi ve maiyetinin, Evliya Çelebi ise bir yeniçerinin tek bir kılıç darbesiyle kırdığını yazdı. Yıllarca kayıp olan yılan başlarından bir tanesi 1847’de Gaspar Fossati’nin yaptığı kazılarda bulundu. Bugün İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenen yılan başının iki kardeşi hâlâ kayıptır.

Osmanlı döneminden bir minyatür

Yılanlı sütun bir zamanlar hedef olarak da kullanıldı. Atıcılıktaki maharetlerini sergilemek isteyen Türkler ok ve mızrak atışlarını sütun üzerinde gösteriyorlardı. Sütunun kaidesi Sultanahmet külliyesi yapılırken hafriyat altında kaldı ve 1856’da Charles Newton tarafından tekrardan ortaya çıkarıldı. Böylece İstanbul’un en büyük tunç eseri orijinal kaidesine kavuşturuldu.

Yılanlı Sütun

Burmalı sütun da tıpkı Dikilitaş ve Örme Sütun gibi İstanbul’un tılsımlarından biriydi. Şehri haşere, yılan, çiyan, akrep ve her türlü zararlı mahluktan koruduğuna inanılan bu sütun, haşereden mustarip İstanbul’un ahşap evlerinde yaşayan ahalisine umut oluyordu. Bugün yediği tüm darbelere aldırmadan ayakta duran bu sütun, her yıl yüz binlerce insanı kendisine hayran bırakmaktadır.

Sultanahmet Meydanı Gezi Yazımız İçin Tıklayın

Hipodrom Sultanahmet

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu